2 Ekim 2011 Pazar

FISH TANK





Andrea Arnold’un 2009 Cannes Film Festivali Özel Jüri Ödülü sahibi Fish Tank sert olduğu kadar hayatı olduğu gibi beyazperdeye aktaran bir film.





15 yaşındaki Mia, 12 yaşındaki kız kardeşi ve annesi ile şehrin yoksul semtlerinden birinde yaşamaktadır. Annesi, okulu ve yaşıtları ile anlaşmazlıkları olan Mia, kendinden küçük kardeşine bile çok sert davranmaktadır. Çevresinde hiç arkadaşı olmayan Mia’nın en büyük tutkusu dans etmektir.



Mia’nın annesi 30’lu yaşlarda görünen bekar, çocuklarıyla çok zayıf bir iletişime sahip bir kadındır. Çocuklarını sadece sorun çıkardıkları zaman gören fakat ebeveynlik görevlerini yerine getirmekten uzak yalnız bir anne olan Joanne; çocuklarını odaya kapatıp evde seks partisi düzenlemekten çekinmemektedir. Daha çok kendi hayatına odaklı olduğunu gördüğümüz Joanne’nin çocuklarını ilk fırsatta özel eğitim merkezine göndermek istemesi, çocuklardan kurtulma çabasını gözler önüne seriyor.







Yalnız ve öfkeli Mia bir gün semtlerinde bulunan arazide bağlı tutulan bir at görür. Atı kendisiyle özdeşleştirmesinden midir bilinmez, atı özgürleştirme çabası sonuçsuz kalır. Film boyunca Mia’nın atı serbest kılma çabaları devam edecektir.



Mia bir gün annesinin yeni erkek arkadaşıyla tanışır. Sevecen, yakışıklı ve çocuklara karşı ilk andan itibaren ilgili olan Connor, ailenin baba rolünü almaya başlar. Küçük kızla şakalaşması, Mia’yı dansçı olması konusunda desteklemesi, aileyi gezintiye götürmesiyle ailenin hayatına giren Connor ile Mia’nın arasında tehlikeli bir yakınlaşma başlar. Bir gece alkollü oldukları bir anda Connor ile Mia birlikte olurlar ve Connor bir gece sonucunu asla düşünmeden hareket eden bir çok erkeğin yaptığını yapar ve yine klasik bir erkek davranışı sergileyerek olay yerini terk eder. Sabah kalktıklarında Connor, Joanne ve Mia’nın hayatından çıkıp gitmiştir.


Mia, Connor’un gidişinden sonra ağlayıp depresyona giren annesinin aksine Connor’u bulur fakat kötü bir sürprizle karşılaşır: Connor evli ve çocukludur. Bu durum karşısında canı yanan Mia, Connor’ı cezalandırmak için küçük kızını kaçırır. Bu öfke sadece Connor’a değil aynı zamanda mutlu aile tablosuna da yöneliktir. Sorumsuzca Mia’nın hayatına girip ona değer verdiğini gösteren Connor, ailesine yönelen şiddet karşısında sorumlu baba rolüne bürünür. Kendi çocuğuna karşı duyarlı bir baba olan Connor, 15 yaşındaki bir çocuk olan Mia’ya asla çocuk olarak bakamamıştır. Connor’ın Mia’ya attığı tokat, insanların kendi çocuklarına gösterdikleri anlayışı başkalarının çocuklarına gösteremediklerini sert bir şekilde göz önüne sermektedir.


Filmin finalinde annesiyle yaptığı “ayrılık dansı”ndan da anladığımız gibi aslında anne-kız aynı popüler kültürün parçasıdır. Mia’nın gelecek üzerine olan planları dans tutkusu üzerine kuruludur fakat gerçek hayat Hollywood filmlerine benzemez. Mia dansçı olma hayalleriyle gittiği yerde inceden hayatı öğreten, muhteşem dans hocaları ve mükemmel, amatör ruhlu, sanata aşık bir ortama düşmemiştir. Mia kendini bir anda striptiz kulübünün erotik dans seçmelerinde bulur




Mia’nın striptiz kulübünü terk ederek sistemin parçası olmayı reddetmesiyle, film bir kez daha klişe olmaktan kendini kurtarıyor. Bunu yanında klasik anne-kız kavgaları, karakterlerin uzun ağlama nöbetleri filmde yer almıyor. Yönetmen gerçeği eksiği fazlası olmadan; olduğu gibi gözler önüne seriyor.




Özgürleştiremediği atın ölümünün ardından Mia radikal bir karar veriyor. Film boyunca yediği sert darbelerle birlikte çocukluktan çıkan Mia kendi zincirlerini kırıp çareyi yaşadığı yeri terk etmekte buluyor.












Sistemin ve insanların acımasızlığıyla 15 yaşında yüz yüze gelen Mia’yı davranışlarından ötürü bir an için bile suçlayamıyoruz. Ebeveynlerin ve toplumun bu kadar duyarsız ve bencil olabildiği bir dünyada çocukları ve gençleri suçlamaya hakkımız var mı?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder