19 Eylül 2013 Perşembe

KÜRT KADIN HAREKETİ DENEYİMİNE KISA BİR BAKIŞ


KAMUOYUNA
2011 yılının Ağustos ayında, Türkiye’de yayınlanan ve Kürt Özgürlük hareketine yakın bir çizgide yayın yapan DİPNOT isimli dergi, benden Kürt Kadın Özgürlük Deneyimi ile ilgili bir yazı yazmamı istedi. Ben de uzun yıllar bir parçası olduğum ve birçok sürecine tanıklık ettiğim bu deneyimle ilgili bir yazı kaleme aldım ve talepte bulunan arkadaşlara mail ile gönderdim. Ancak dikkatsizliğim sonucu arkadaşın özel adresi zannederek, üyesi olduğu bir barış grubuna kayıtlı olduğu adrese göndererek, yazım daha yayınlanmadan yüzlerce üyesi olan bir gruba göndermiş oldum. Bunu farkettikten hemen sonra, bir tekzip yazısı yazarak, yazdığım yazının bir taslak olduğunu ve alıntı yapılmamasını ve kullanılmamasını rica ettim. Üzerinden bunca zaman geçmesine rağmen yazı hiçbir yerde yayınlanmadı ve kullanılmadı da. Ancak doğal olarak bu durum bazı çevrelerce duyuldu ve yazımın içeriği çarpıtılarak farklı yönlere çekildi. Bazı bireyler tarafından, Avrupa’nın değişik yerlerinde Kürt kitlesiyle toplantılar yapılarak, şahsım hakkında Kürdistan Özgürlük Mücadelesini karalayıcı yazılar yazarak, bunu internetten yayınladığım söylendi. Bu durum karşısında uzun bir süre sessiz kalmayı yeğledim. Ancak, attığım her adımda karşıma çıktı. Saygınlığıma gölge düşürmek amacıyla, bu çevreler düşmanca yaklaşımlar içinde olduğumu iddia eden saldırılarını durdurmadılar. Buna karşı, ben de bu süre zarfında kaleme aldığım ve herhangi bir yerde yayınlanmamış yazımı başka bir amaç gütmeden, sadece dokümentasyon amacıyla yayınlamaya karar verdim. Bunu kişilik haklarımı savunmanın bir gereği olarak kamuyonunun vicdanına ve eleştirisine açık bir şekilde yayınlamayı bir görev biliyorum.
Bir kez daha, hala direnen ve kıran kırana bir mücadelenin içerisinde olan hiç kimseye karşı saygısızlık etmediğimi, ancak onurlu bir kişi olarak yaşama mücadelemde de ne adına olursa olsun hiç kimsenin kişiliğime saygısızlık yapmasına izin vermeyeceğimi belirtiyor, aşağıdaki yazımı bilginize ve ilginize sunuyorum.
Saygılar
Sakina


KÜRT KADIN HAREKETİ DENEYİMİNE KISA BİR BAKIŞ
Kürtlerin özgürlük mücadelesine gerek sempati duyan, gerekse de karşıt olan birçok kesim tarafından hakkında çok şey yazılmış ve çizilmiş olan PKK gerçeğinin, cinsler arası ilişkiler, cinslerin özgürleştirilmesi boyutu çokca ele alınan ve dikkat çeken bir konu olma konumunu koruyor. Ancak hakkında çok şey yazılıp çizilmiş olması durumu, kanımca bu konunun en az yazılmış, hele hele objektif olarak en az ifade edilmiş, henüz tüm boyutlarıyla anlaşılmamış önemli bir konu olma gerçeğini ne yazık ki ortadan kaldırmıyor. Bu konunun hala hakkıyla ele alınamamış olmasının elbette birçok nedeni var. Bu durum, Kürdistan'da bir türlü olağanlaşmayan koşullarla izah edilse de, bu kadar önemli(!) konu varken, cinsiyet meselesini ele almanın henüz zamanının gelmediği, yürüyen bir mücadelenin cok daha farklı boyutlarının öncelikli olarak ele alınması gerektiğine dayalı bir geri plana atma veya erteleme mantığının varlığını gözardı etmemek gerekir.
Hakkını vermek gerekir ki, sayın Öcalan mücadelenin ilk süreçlerinden itibaren cinslerin özgürleştirilmesi sorununun ertelenecek bir mesele olmadığını, bunun mücadelenin temeli olarak ele alınması gerektiğini, hatta bu yanın eksik kalmasının hiçbir kazanıma yol
açmayacağı gibi, elde edilen kazanımların da bunsuz bir anlam ifade etmeyeceğini, geriye çark etmenin kaçınılmaz olacağını defalarca dile getirmiştir. Bu değerlendirmeler, PKK yi birçok oluşumdan ayıran, özellikle de reel sosyalist bakışın olayı ele alışını aşma anlamında bir örnek haline getiren değerlendirmelerdir. Sayın Öcalan İmrali sürecinde, bu mantığını şu tespitle daha da net bir şekilde sistematize etmiştir: “Cinsin kurtuluşu, ulusun ve sınıfın kurtuluşundan daha değerlidir.„ Ne yazık ki, PKK içerisinde erkek egemen yaklaşım sahipleri bu tarihi tespitleri içselleştirmedikleri için, konu hala layıkıyla değerlendirilmeyi ve tüm yanlarıyla sunulmayı bekleyen bir konu olma özelliğini sürdürüyor. Bu tespiti yaparken, Kürdistan da yaşanan olağanüstü koşulları görmezden gelme niyeti elbette ki yok. Ancak hergün devlet mekanizmalarınca katliamların yapıldığı bir ülkede yaşıyoruz diye, erkek terörünce katledilen kadınların trajedisini masaya yatırıp, çözümler aramanın bu yürütülen mücadeleyle çelişir bir yanı var mıdır? Bana kalırsa hayır. Tam tersine bu mücadelenin bir gereğidir. Ancak erkek egemen zihniyet, kadınlar olarak mücadelede önceliklerimizi belirlerken, cins olarak yaşadıklarımızı, ulus olarak yaşadıklarımız karşısında hep geri plana atmaya itmek istiyor. Yani geleneğe, devlet politikalarına, dine, toplumsal değer yargılarına, ona buna kurban kadınlığımızı, bir de Kürtlüğümüze kurban etmemiz bekleniyor. Bu nedenle, bilinçli ve örgütlü kadın duyarlılığımız zaten yaşadığımız coğrafyanın bütün sorunlarına karşı duyarlı olmamızı gerektirirken ve bizler de fazlasıyla bunun bilincindeyken, erkeğin yaptığı, yine bizim yerimize düşünmek, karar vermek, önceliklerimizi belirlemek, irademize hükmetmek oluyor. Bu noktadan bakıldığında ortada bal gibi de bir savaş var. Hem de kıran kırana bir savaş. Bu Kürt kadınlarının devletle, sistemle, egemen sınıfla savaşı değil sadece. Aynı mevzide bulunduğu, birlikte ortak amaçlar uğruna mücadele ettiği, aynı ideolojik-politik oluşum içerisinde olduğu yoldaşlarının egemen erkekliğine karşı mücadeleyi içeren bir savaş. Bu oldukca farklı savaş, silahlı boyutta değil elbette ki. Ama ideolojik, felsefi, psikolojik, sosyal daha birçok anlamda kıran kırana yürüyen ve kadınların oldukça donanımlı olmasını gerektiren bir savaş.
Girişte de belirttiğimiz gibi bu konuyu birçok kesim yazdı. Mücadele içinde zamanında çok etkili yerlerde görev almış, kendisine öncülük vasıfları yükleyen kelli felli erkek komutanlar, aşiret reisleri, konuya gerçekten ilgi duyan akademisyenler, anlatımlarını sadece örgütten ayrılmış kesimlere dayandıran yazarlar, hala mücadele içinde aktif yer alan militanlar, dostlar, düşmanlar. Pek doğaldır ki, herkes bulunduğu yerden olayı ele aldı. Bu ele alışlar içinde, gerçeğe oldukça yakın, bilimsel, düzeyli bir eleştiriselliğe dayanan yaklaşımlar olduğu kadar, eşine boyalı magazin basınının üçüncü sayfa haberlerinde rastlanabilecek türden olanları da oldu. Kimileri kahramanlık, tanrıçalık hikayeleri temelinde, kimileri cariyelik hikayeleri temelinde ele aldı bu deneyimi. Oysa bu öyle kolay tanımlanabilecek bir durum değildi. Cariyeler veya tanrıçalar denilerek işin içinden kolay sıyrılanamazdı.
Kendisini bu gerçeğin bir parçası olarak görenlerin anlatımlarında kesinlikle objektif ve gerçekleri yansıtma yaklaşımı ağır bassa da, hep bir resmi görüşü yansıtma yanı da oldu. Aslında bu deneyim içinde yer almış her kadının “birgün yazacağım, birgün tüm boyutlarıyla yasadıklarımızı anlatmamızın zamanı gelecek„ duygusunu yaşadığını biliyorum. Çünkü o kadınlardan biriyim. Evet hala gerçek anlamda eksileri veya artılarıyla tam anlatılamadı bu konu. Biliyorum ki bu enteresan deneyimi ifade etme konusunda bu yazı da eksik kalacak. Ancak, tarihin tüm dönemlerinin en vahşi egemenlik sistemi olan kapitalist sistemin zirvesel bir şekilde hissettirdiği ve çağımızın en temel çelişkilerinden birini oluşturan cinsler arası çelişki öyle bir boyutta yaşanıyor ki, bu meseleyi bir an bile ertelemek, farklı sorunların gölgesinde bırakmak, hergün kadınların katledilmesi, tecavüze uğraması, şiddetin envai türü ile karşılaşmasına daha cok fırsat tanıyacak. Kendisini kadın hareketi olarak ifade eden bileşenlerin tümünün bu konuyu tarihsel deneyimleri de masaya yatırarak, çok özel bir yaklaşımla ele alması, yazması, anlatması, analiz etmesi ve daha geniş kesimlere mal etmesi çok acil bir ihtiyaç olarak önümüzde duruyor.
Bu yazı da bu anlamda teorik bir anlatıdan ziyade, kadınların mücadele alanında yaşadıkları pratiklerden çıkarılan sonuçları ele almaya çalışan, bir nebze olsun yaşananlara ışık tutmayı hedefleyen bir anlatı olarak ele alınabilir. Kadın hareketi deneyiminin dağlarda yaşanan boyutlarının ele alındığı bu yazının, toplumsal ve siyasal alanda yaşanan boyutları, yine zindanlarda yaşanan deneyimleri ifade etmede yetersiz kaldığını baştan ifade etmekte fayda olduğu kanısındayım.
Egemenler, ezilenlerin tarihini her zaman kendi bakış açılarına ve zihniyetlerine göre ele almak, yazmak isterler. Ancak en doğrusu, ezilenlerin kendi irade, örgütlü güç ve düşünce sistemlerini yaratarak elde ettikleri kazanımlarıyla yazdıkları tarihtir. Hele hele konu kadınlık olduğunda, verili toplumsal kalıpların kadınlara bir şekilde dayattığı, dikte ettiği, aşıladığı her tür olgunun yeniden ele alınmasi şarttır. Günah, ayıp, haram, helal, olması gereken, olmaması gereken, kabullenilmesi veya reddedilmesi gereken olgular diye belletilen her şeyin kadın bilincinin süzgecinden yeniden geçirilmesi de bu gerekliliklerin başında gelir. Kadının kurtuluşu adına yola çıkılırken, bir program, teorik ve ideolojik bir çerçeve, pratikleşmeye dair eylem planlarıyla yola çıkmak gerekir. Tabi ki her şeyin başında kadının saklı tarihinin bilince çıkarılması, nereden gelindiğinin bilinmesi, kadın cinsi adına tarihsel kazanımların neler olduğunu, kaybetme halkalarının nerelerde olduğunu da derinliğine kavramak gerekir.
Bir tarihsel süreç içinde yer alan ve ona bizzat tanıklık edenlerin vicdan, adalet, objektivite, eleştirisellik ve bilimsellik içeren yaklasımlarla bir deneyimi ele almaları en doğru tutumdur. Bir yapının veya oluşumun içindeyken radikal savunuculuk yapan, astığım astık kestiğim kestik edalarında olan, ama dışına çıkınca da tukaka edenlerin anlatımlarının bu anlamda ne yazık ki yaşadığımız deneyimde gerçekle pek bir ilişiğinin olmadığına tanık olduk. Bu nedenle ahlaki ve vicdani sorumlulukla bu deneyime hak ettiği değeri vermek, onu artısı eksisiyle layık olduğu yere oturtmak önemlidir.
PKK gerçeği içerisinde kadın çıkışı, feminizm, cins mücelesi deneyimine de bu gerçekler ışığında baktığımızda, yaşanan bir olayı veya bir dönemi kadınlar büyük değerler vererek anlamlar yükleyerek değerlendirirken, erkeklik penceresinden bakanlar, başka bir anlamla değerlendirebiliyor. Mesela 99 yılında kadınların dağlarda kendi örgütlenmelerini özerkleştirme girişimleri ve bu süreçte yaşananlar erkekler ve onlara yakın bir zihniyet taşıyan kadınlar tarafından bir tasfiye sürecinin yansımaları olarak ele alınırken, kadınlar bu süreci sahiplenilmesi gereken bir direniş süreci olarak ele alıyorlar. Bu anlamda PKK‘de cinsler arası mücadele ile ilgili deneyimi, kadınların penceresinden ele almanın daha doğru olduğuna inaniyorum. Dağlara çıkışla başlayarak, toplumsal alana yansıyan bir sosyal devrim süreci içinde olan kadınlar, artık kendileri kendilerini yazabilecek durumdalar. Henüz tüm boyutlarıyla yazılamamıs bile olsa, çok enteresan ve değerli bir deneyim olan Kürt kadın hareketi deneyimi, dünya kadın özgürlüğü mirasının en önemli kilometre taşlarından biri olmayı çoktan başarmıştır. Ancak bu durum, elbette sorunsuz bir yapı ve gerçeklik içinde olunduğunu göstermez.
Peki bu deneyimi nasıl ele almalı? Neredeyse kırk yıla varan bir mücadele sürecinde kadınlar neler yaşadı? Nasıl katıldılar? Ne tür sorunlar ve zorluklarla mücadele ettiler? Toplumsal cinsiyetçi roller dağlara nasıl yansıdı? Daha da coğaltılabilecek bu sorulara yanıtlar aramaya çalışalım.
Tarihi, katliamlarla, talan ve işgallerle dolu, bölgenin yerleşik en eski halklarından biri olan Kürtler, yüzlerce yıldır hala bir statü elde etme mücadelesi içindeler. Kürt kadınlarının bu yüzlerce yıllık mücadelelerdeki varlığı, son otuz yıllık mücadele deneyiminden önce, daha
çok bireysel çıkışlarla ifade edilebilecek düzeydedir. Örgütlü bir kadın duruşuna toplumsal veya sosyal alanda, yine hiçbir isyanda ve ayaklanmada rastlanmaz. İsyan liderlerinin eşleri, eşlerinin yanında onurluca durarak asi bir duruş sergilerler. Ama sadece bununla sınırlı kalırlar. Kürtlerin tarihinde toplumsal kalıplara karşı mücadele eden tek tek kadın kişiliklerini sıfırlama anlayışına saplanmadan çok net belirtilebilinir ki; kadınların kendilerinin bir özgün yapılanmaya gittikleri ve örgütlülük düzeylerini en ileri götürdükleri süreç, Kürtlerin en son isyanı olan PKK hareketiyle başlar. Bu anlamda PKK Kürt halkı için olduğu gibi, kadınlar için de bir diriliş, uyanış ve iradeleşmenin temel alanı olur.
PKK daha ilk kuruluşunda bünyesinde kadın gücünün olmasını önemseyen ve bunu sosyalist bir hareket olmanın gereği olarak görerek, programına da alan bir yaklaşıma sahiptir. Ailecilik ve aşiretci feodal yaklaşımların oldukça hakim olduğu bir toplumsal gerçekliğe sahip Kürdistan'da yapılacak olan devrimin en temel hedeflerinden birini toplumsal dönüşüm ve bunun anahtarı olan cinslerin kurtuluşu oluşturmak zorundadır. Bunsuz bir oluşum, klasik bir söylemle sınırlı kalan bir yapı, hiçbir toplumsal gelişime imza atma şansına sahip olamaz. Oluşumun bu konuda bir duyarlılığı olsa da, ilk programında veya ele alışında, “Cinslerin kurtuluşu„ perspektifinden çok, genel sol geleneğin benzeri bir yaklaşımla kadınlara mücadele zeminini açık tutan, kadınları mücadeleye dahil etmeyi önemseyen bir perspektif vardır. Genel sol gelenekten cok ayrışan bir yaklaşım o dönemde belirginleşmez. Bu nedenle kadını mücadeleye katma konusunda duyarlı ve açık ama „Cinslerin Kurtulusu“ perspektifinde ve hedefinde henüz net olmayan bir yaklaşım vardır. Mücadelenin ideolojik çerçevesinin oluşması sürecinde yaşanan ağır reel sosyalist etkilerden kaynaklı klasik bir tutumla, oldukça iddiali teorik söylemler vardır. Ancak pratikleşmekten ve ete kemiğe bürünmekten henüz uzaktır, daha doğrusu henüz cinsler arası çelişkiler kendisini yakıcı bir şekilde hissettirmemektedir. Cins çelişkisinin yoğunlasmaması, başat bir sorun olarak henüz yeteri kadar tanımlanmamış, dolayısıyla bilince çıkarılmamış ve günlük mücadelenin içinde ana bir halkaya dönüşmemiş olmasına bağlıdır. Bu konuda sorunsalı tanımlama yaklaşımının ilk sürecten günümüze doğru yaşadığı gelişimi, örgütün ideolojik egitim müfredatlarından bile anlamak mümkündür. Nitekim ilk süreclerde adına “Kadın ve Aile Sorunu„ denir. Erkek henüz sorunun bir tarafı değildir. Daha sonra „Kadın ve Erkek Sorunu“ denir ki bu süreçte artık daha farklı bir ele alış vardır. Demokratik, ekolojik, cinsiyet özgürlükçü paradigmanın ele alındığı süreçlerden itibaren ise, konu “Toplumsal Cinsiyetçilik„ olarak ele alınır. Bu değişim bile aslında oluşumun içindeki deneyimin gelişim süreçlerine ışık tutması açısından bir örnek olarak ele alınabilir.
Esasta cinsiyetçiliği sorgulayan ve bu noktada bazı özgün adımlar atılmasını hedefleyen yaklaşımlar, 86 yılında PKK III. Kongre sürecinde sayın Öcalan tarafından yapılan çözümlemelerle gelişir. Bu süreç, örgüt içinde cins çelişkisinin ele alınmasının ve toplumsal dönüşüm sürecinin düşünsel altyapısının oluşum sürecidir. Kendi ilişkisini çözümleyen Öcalan, kadın erkek ilişkisinin sistemin bir prototipi olduğu gerçeğinden hareketle sorunun sanıldığından farklı bir derinlikte ele alınması gereken çok önemli bir sorun olduğunu dillendirir.
Bu zamana kadar, PKK içerisinde kadın yapısı nicel olarak oldukca azdır. Katılan kadınların çoğu, belli bir eğitim seviyesi, teorik bilinci olan, daha çok ulusal kurtuluş ve sosyalizmi hedefleyen kadınlardır. Bu katılımlarda cins bilinci ögesini aramak, neredeyse imkansızdır. Yirmi kişiden oluşan bir birlikte bazen tek, bazen iki-üç kadın gerilla bulunur. Bu dönemler, kadın gerillaların dağlardaki varlıklarının örgütte yer alan erkekler tarafından bile kabul görmediği, kitleler içerisinde de bu durumun rahatsızlık yarattığı dönemlerdir. İlk kadın kadrolar, bu açıdan çok büyük zorluklarla karşılaşırlar. Bu zorluklardan kastımız salt fiziksel mücadele koşulları değildir. İnanilmaz derecede güçlü bir feodal erkek egemen yaklaşımın mücadele saflarındaki yansımalarının yarattığı zorluklardır. Mesela Lamia Baksi olayı çok
ilginç bir örnektir. Oldukça birikimli ve entelektüel bir kadın olarak, eleştirisel bakabilme, konuşabilme, iradesini ortaya koyabilmesinin bedelini örgüt içine yansıyan feodal komplocu anlayış karşısında hayatıyla öder. Tarihin tüm dönemeçlerinde kadınların karşı karşıya kaldığı bilinen kural işler. Farklı olmanın bir bedeli vardır. Bunu ödeyeceksin. Kendin olabilmek, kadın olarak kimliğini onurla taşımak, öyle kolay değildir.
Kadın gerillalar, feodalite karşısındaki zorlanmayı halkla ilişkilerinde de yaşarlar. Birçok köye gittiklerinde saçlarını gizlerler. Halkın onların cinsiyetini öğrenmesinin ters tepebileceği ihtimaline karşı, gecenin karanlığından yararlanarak(!), kadınlıklarını gizlerler. Erkek egemen bakış, sözde halk gerçekliğinde yaşanan dinsel, feodal, aşiret yargılarına karşı duyarlı olmak adına kadın gerillalara bazı özel uygulamalar getirir. Mesela eşarp takma zorunluluğu. Formül çok açıktır: Devrimciler, halkın geleneklerine karşı duyarlı olmak zorundadırlar. Sadece bir tespit olarak bakıldığında kulağa pek de yanlış gelmeyen bu yaklaşımın kökeninde aslında kadına feodal bakışı, başka bir şeyle perdeleme ya da eşarpla örtme anlayışı yatar. Sayın
Öcalan'ın kadınlar tarafından bilgilendirilmesi sonucu yaptığı müdahalelerle son bulan eşarp takma uygulamasına kaynaklık eden meşhur “HALK GERÇEKLİĞİ„ kavramı, bu tarihin çeşitli evrelerinde oldukça popüler bir kavram olarak sık sık karşımıza çıkacaktır. Farklı argümanlarla, ama hep aynı zihniyete hizmet etme temelinde.
Bu süreçlerde elbette ki karşısında mücadele edilen devlet ve onun tüm güçleri de şiddetli bir saldırı içerisindedir. Özel savaş mekanizması tüm gücüyle Kürt halkının kaba namusçu ve gelenekçi yargılarına hitap eden anti-propagandalar yapmaktadır. Hepimizin okul yıllarından anımsayacağı bu anti-propagandalar, toplum içinde bir de mahalle baskısı denilen ve oldukça etkili olan yöntemlerle dağıtılır. Dağlara çıkan kadın gerillalar kastedilerek, “Falanca köyden filancanın kızını şu dağda karnı burnunda görmüşler, bir takımlık güce bir kadın cinsel hizmet sunuyormuş„ gibi yalanlar, yaygınca dillendirilir, yazılır, çizilir. Kitleler içerisinde sürekli olarak kadınların dağlara, erkeklerin zevk aracı olarak kullanılmak üzere çıkartıldıkarı propagandası yapılarak; özellikle toplumun, namusu kadınla özdeşleştiren zihniyetine hitap edilir. Yani özgürlük için dağlara cıkan kadınlar, topluma -erkek literatürünün meşhur deyimiyle- dağa kaldırılmış kadınlar olarak lanse edilir. Bu noktada karşımıza çok yalın bir gerçek çıkar: “Egemen güçler, çoğu kez kendilerine karşı mücadele eden devrimci güçlerden de önce, geri geleneksel bir toplumsal gerçeklikte, kadınlarin özgürlük mücadelesine katılımlarının sosyal devrim anlamında ne kadar önemli bir adım oldugunun -fazlasıyla-farkındadırlar. Esas amaçlanan, kadın katılımlarının önüne geçmektir. Bu halkayı zayıf bırakma amaçlı özel savaş uygulamaları, dünya devrim deneyimlerinde de karşımıza sık sık "Önce kadınları vurun" sloganıyla çıkar. Egemenlik, doğası gereği bu temel halkayı daha zincirin bir parçarı olmadan parçalamayı amaçlar.„
PKK'nin silahli mücadeleyi başlattığı 84 yılı ardından, mücadele farklı bir aşamaya evrilir. Silahlı mücadele atılımının başlangıcıyla birlikte, hareket ovalarda da yayılmaya ve adeta ölüm uykusundaki Kürt kitlesinde bir heyecan uyandırmaya başlar. Özellikle 89-92 yılları arasında gelişen serhildanlar ve kitlesel ayaklanmalarda kadınların katılımı ve öncülüğü dikkat çeken en önemli halkalardan biridir. Kadın örgütlülüğünün yurtdışında da ilk adımları atılır. Avrupa’da siyasal alan mücadelesinde yer alan kadınlar da kendilerini ifade edebilecekleri bir örgütlenmeye giderler. Öte yandan serhildanlar ardından, artan gerilla katılımlarında kadın oranı azımsanmayacak düzeydedir. 90' lı yılların başlarında dağlarda sayıları onlarla ifade edilen kadınlar, bir çırpıda binlere ulaşmıştır. Metropollerden, üniversitelerden akın akın gençlerin dağlara aktığı, bir dalga gibi gelişen bu dönem katılımlarında da cins çelişkisi temelli bir katılım yüzeyde görünmez. Kadınların bilincinde somutlaşmış bir cins çelişkisi bu katılımlarda bir nedensellik oluşturmaz ama kürt kadınına ilk defa klasik toplumsal rollerin dışında kendisini ifade etme, varlık gösterme olanağı doğmuştur ve objektif olarak bu kadının kendisinde tanımlı olmasa da, kadına biçilen toplumal sınırların dışına çıkma yönelimi olarak derinlerde cins çeliskisi temelli bir argüman da barındırır. Bu nedenle cins çelişkisinin yaşam gerçeğinin içindeki varlığı, kadın katılımlarında subjektif
olmasa da objektif ve çok temel bir neden olur. Bu dönemde katılan kadınların profilleri cok farklılık arzeder. Bazıları, zorla kendilerinden yaşça çok büyük adamlarla evlendirilecekleri gece kaçarak dağlarda silahlarıyla dolaşan ve içlerinde kadınların da olduğunu duydukları bu güce sığınma temelinde gelir. Bazıları aslında belli bir düzeye kadar okumuş, kariyer yapma imkanları olsa da, düzenin kendilerine birşey vaad etmediğini hissederek gelir. Bazıları tamamen duygusal ve maceracı etkilerle yola çıkar. Belli bir bilinç edinerek gelen kadınlar da vardır. Oldukça renkli bir profile sahip bu hareket içinde artık köylü, kentli, okumuş, okumamış, her kesimden kadın bulunur. Ancak önemli bir adım olan bu büyüme, birçok sorunu da beraberinde getirir.
Özgürlük, eline erkeklerin de elinde olan silahlardan almakla, onların dağlarda giydiği askeri üniformanın aynısını giymekle gerçekleşecek kadar kolay gözükmemektedir. Geleneksel kadın ve erkek rollerinin değişik formlarda taşındığı dağlar, bu rollerden kaynaklı çok şiddetli bir çarpışma kadar, çoğu kez bir çakışmaya da sahne olur. Burası çırılçıplak bir mücadele alanıdır artık. Bu nedenle kadınların özgün bir örgütlenmeye gitmeleri kaçınılmazdır. Nicel olarak az sayıda, ağzı var dili yok, cinsiyet eksenli bilinç ve reaksiyonları gelişmemiş kadınlarla bir sorun yaşanmaz. Toplumsal ölçülerdeki gibi az konuşan, karar süreclerine katılmayan, ağırbaşlı, sınırlarını bilen terbiyeli kızlar olunduğu sürece sorun da yaşanmayacaktır. Ancak giderek güçlenen, gelişen, düşünen, fikir beyan eden ve sayıca artan binlerce kadının artık farklı bir yaklaşımla ele alınmasının zamanıdır. Nitekim yirmi kişilik bir karma birlikte erkek tarafından yönetilen bir kadın olmak pek sorunlu gözükmezken, yirmi kişilik bir kadın birliğini bir erkeğin yönetmesi sorunlu bir durumdur.
Toplumdaki klasik işbölümünün dağlara yansıyan versiyonları vardır. Erkeklerin daha çok eylem gücü olarak üslenme alanlarının dışındaki işlerle ilgilenmeleri, kadınların da üslenme alanlarında ya da başka bir değişle geri cephe işleriyle sınırlı kaldığı bir paylaşım vardır ki, bu inanılmaz derecede klasik toplumdaki işbölümünü andırır. Ev işlerini yapan kadınla, dışarda çalışan erkek gerçeğinin dağlardaki formülasyonu söyledir: "İleri bir cephe, sağlam bir geri cepheye ihtiyaç duyar. Kadınlar kamplarda erzak depolasın, ihtiyaçları karşılasın, erkekler eylemlere ve savaşa gitsin" Yeri geldiğinde bu mantık, “Geri cephede ne yapıyorsunuz ki?„ söylemiyle, “evde ne iş yapıyorsun ki, benim emeğim olmasa aç kalırsın„ tarzındaki klasik erkek tutumuyla birebir örtüşür. Yani kadınlar, erkeklerin emeğiyle ayakta kalan, onların korumasında, onlarsız bir hiç olarak ele alınan savunmasız zayıf varlıklardır. Bu, içinde çok ciddi tehlikeleri barındıran bir yaklaşımdır.
Kötü olan, ilk dönemlerde buna karşı pek rahatsızlık göstermeyen kadınların da var olmasıdır. Bazı kadınlar, eski statüleriyle örgüt içinde bulundukları durumu karşılaştırdıklarında çok ileride biryerlerde olduklarını düşünüp, var olanla yetinme anlayışına saplanırlar. Ama bu durumu kabullenmeyen ve alternatif yaklaşımlar üreten kadınlar da vardır. Hiç de kolay kolay mevzilerini terketmeyi düşünmeyen ve en doğal hakları olan eşit koşullarda mücadele etme taleplerinden vazgeçmeyen kadınların varlığı, var olan mücadeleyi kızıştırır. Bazı kadınlar, kendilerinden gizli eylemlere gitme ve onları cephe gerisinde bırakma planları yapan erkek yoldaşlarından önce davranıp, pratik alanlara onlardan önce ulaşırlar. Bazıları gecenin karanlığından yararlanıp, gizlice eylem güçleri içerisinde yer alırlar. Bazıları erkeğin fiziksel avantajlarını kullanarak egemenlik taslama tutumuna karşı, onunla eşit yük taşıma yarışına girerler. Ne var ki, erkeklere çok fazla seçenek bırakmayan bu kadınları ele alışta erkek aklı da oldukca yaratıcı(!) sınırlarda seyretmeye devam eder. Bu girişken kadınlar olsa olsa onların cinsinden olabilirler. Yani erkek gibi kadınlardır onlar. Bu nedenle onlar ön cephelerde daha da aktif bir şekilde pratik calışmalara alınabilir. Ancak yine de asla pratik sahalara alınmaması gereken kadınlar hala çoğunluktadır.
Kadın ve erkek varlığının dağlardaki bu egemenlik-boyuneğmecilik çarpışması ve çakışmasına karşı alınabilecek tek tedbir, kadınların özgün örgütlenmelerinin geliştirilmesidir. Bu nedenle sayın Öcalan, bulunduğu Suriye alanında Mahsum Korkmaz akademisi bünyesindeki kadrolarla 92 yılında bir yoğunlaşma çalışması başlatır. PKK II.Konferansı
hazırlık süreci çözümlemelerinde konuyla ilgili kapsamlı değerlendirmeler vardır. 93 yılında bu tartışmalar daha da ilerletilerek, kadın ordulaşması boyutunda ele alınır. Pratiğin ortaya çıkardığı sorunlara çözüm geliştirme ihtiyacı, öncülük yaklaşımı ve kadın katılımı birbirini etkileyerek, her geçen gün nicelik ve nitelik olarak büyüme, derinleşen cins eksenli toplumsal tarihsel çözümlemeler, kadın özgürlük mücadelesinin örgütlü ve cok köklü geliştirilmesi gerektiği konusunda bir netliği de beraberinde getirir.
93 yılı aynı zamanda örgüt içinde kadınlara karşı iki farklı alanda çok ciddi bir tasfiyenin dayatıldığı bir yıldır. Bunlardan biri Amed sahasında yaşanır. Zamanın eyalet komutanı; “yarısı kadın, yarısı erkek bir ordu, yarı asker bir ordudur. Kadınlar, narin çiçeklerdir, ancak koklanmak içindirler. Dağlardaki varlıkları biz erkekleri esas işlerimizden alıkoyuyor.„ safsatasına dayalı bir erkeklik programıyla, dağlara çıkmış kadınları ordudan atma kararı alır ve bunu kendi egemenlik sınırları ve beyliği olarak ilan ettiği Amed hanedanlığında uygulamaya geçirir. Dağlara özgürlük uğruna çıkan onlarca kadın, sözde siyasal örgütlenme çalışmaları yapmak üzere savunmasız bir şekilde ovalara gönderilir. Bu karar tamamen bireysel inisiyatifle alınır ve lokal olarak uygulanır. Mesele örgütün tamamına yansıyıncaya değin, onlarca kadın ya ovalarda kıskıvrak, ya yaşamlarını ya da yaşadıkları bu ağır duruma anlam veremedikleri için kendilerini teslim etmek suretiyle tasfiye olmuşlardır. Bir de daha da ileri gidilerek, bu durumun dağlarda mevzilenilen tüm gerilla birliklerine uygulanması, yukarıda birkaç cümlesinden örnek verdiğimiz uzun bir metin ile önerilir. Bir savcılık makamı gibi kadının mahkum edilmesinin iddianamesi hazırlanır ve yapılan aslında bir infazdır. İkinci büyük tehlike ise, Zele süreci olarak adlandırılan süreçtir. 92 yılında PDK,YNK ve TC ordu güçlerinin PKK ye karşı yaptığı ortak operasyon sonrası, yine dönemin Xakurkê cephesinden sorumlu komutanının bireysel anlaşması sonucu yerleşilen Zelê‘de, yüzlerce kadın, bir erkeğin ekseninde döndürülür. Burada da tartışılan da bir kadın ordulaşmasıdır Buradaki ordu modeli sözde örgütsel çözümlemelere dayandırılır, ama somutta tam bir çarpıtmayla erkeğin egemenlik ekseninde bir kadın ordulaşması hedeflenir. Başka bir deyişle bir erkeğin ordusu olacak kadınlar istenir. Henüz tüm bunları değerlendirebilecek bir bilince ve ideolojik formasyona sahip olmayan kadın yapısı, önüne çıkan her dalgaya, her rüzgara kapılan bir yaprak misali oradan oraya savrulur.
Bu iki örnek, kadınların özgür bir bilinçle, özgün bir şekilde, adeta bir cins devrimi programı çerçevesinde yeniden örgütlenmesi ihtiyacının ne kadar yakıcı olduğunu anlamak açısından çok çarpıcıdır. Dağlarda binlerce kadının salt fiziksel varlığı birşey ifade etmediği gibi, bir tehlike de teşkil edecektir. Çünkü çok tehlikeli bir erkeklik de yanıbaşlarındadır. Bilinçli, iradeli, örgütlü binlerce kadın, mevcut mücadele için olduğu kadar, köklü bir toplumsal gelişim için de temel bir dinamik olacaktır. Tersi de bir o kadar geriletici rol oynayacaktır. Bu tartışmaların sürdüğü dönemde, Suriye sahasında bulunan Mahsum Kokmaz Akademisi'nde bir araya getirilen, Amed, Zelê başta olmak üzere birçok farklı alandan kadın ve erkek kadronun yer aldığı eğitim devrelerinde, kadın ordulaşması ve örgütlenmesi konulu beş ciltlik çözümlemeler yapılır. Bu çözümlemelerle eş zamanlı olarak dağlardaki güçlere de ordulaşma adımının pratikleşmesi direktifi verilir.
Buna göre ilk adımda, kadınlar ve erkekler ayrı üslenecek, kadınların kendi özgün yönetimleri, yaşam planları, eğitim örgütlenmeleri olacak, zaten birbiriyle koordine halinde olan tüm gerilla güçleri gibi, kadınlar da bulundukları alanlardaki diğer güçlerle, eşitlik ve özgürlük komiteleri yoluyla eşgüdüm halinde çalışacaklardır. Karma yönetimlerde kadın ve erkek sayısının eşit olması da bu dönem düzenlemelerinde karar altına alınır. Ancak bu adım daha baştan hem erkek, hem kadın yapısı tarafından tepkiyle karşılanır. Eskide bıraktığı yaşamında her zaman bir erkeğin korunması altında kalmaya göre kodlanmış kadınlık ile, kadını korunmaya muhtaç, güçsüz ve dolayısıyla yönetilmesi gereken bir varlık olarak gören erkeklik burada tekrar sahneye çıkar. Kadın ve erkeklerin karara karşı direnme biçimleri kendisini farklı argümanlarla ortaya koysa da, taban tabana uyuşur. Erkekle aynı karma birlikteyken fiziksel olarak inanilmaz bir performans gösteren bazı kadınlar, kadın
birliklerinde hiçbir pratik çalışmaya aynı coşkuyla katılmazlar. Bir kadının yönetiminde oluşu kabullenemeyen yaklaşımlara giren kadınlar da vardır. Erkeklerse, "Kadınlar ordulaşamaz, biz olmadan yalnız başlarına bu vahşi dağlarda yapamazlar, ne olursa olsun bize muhtaç kalacaklar, tilkinin dönüp dolaşıp geleceği yer, kürkçü dükkanıdır" gibi yaklaşımlara girerler. Yine bazı kadınlarda bu mantıkla çakışan bir tarzda, "kadın komutanlık yapamaz, kadına güvenilmez, biz bir arada yapamayız, mutlaka erkekler olmalı" tarzında yaklaşımlar da gelişince, ordulaşma adımının oldukça isabetli, ancak pek de kolay ilerleme gösteremeyecek bir adım olacağı daha baştan anlaşılır.
Bu yaklaşımlar kadını körelten yaklaşımlardır. Dağlarda yürüyen kadın kendisine öncülük eden bir erkek olunca coğrafyayı öğrenemeyecek, barınaklarını erkekler yaptıkça, vahşi doğa koşullarına karşı korunma mekanizmalarını yaratamayacak, kendisini eğitme faaliyetini kendisi yapamadıkça, erkek aklı ona üstün gelmeye devam edecektir. Bu nedenle, bu özgün örgütlenme elzemdir. Kadınlar ya dağları tanıyarak arazi hakimiyetini elde edecek, ya kaybolacaklardır. Ya barınak yapmayı öğrenecek, ya dondurucu soğuklara yenileceklerdir. Ya kendi eğitim ve yönetim mekanizmalarını yaratacak, ya da erkeğin güdümünden kurtulamayacaktır. Kaldı ki, bazi işler göründüğü gibi kaba kuvvet gerektirmez. Isınmak için kesilen bir odun kütüğünü, doğru noktadan vuran herkes kırabilir. Bunun için bilek gücü şart değildir. Hele hele bu savaşın, ideolojik ve ilkesel yanlarıyla salt kaba kuvveti değil, akıl ve yürek gücü gerektirdiği gerçeğine bakılırsa, aslında bu mücadeleyi sadece erkeklerin işi olarak ele almaya bir son vermek gerekir. Nitekim bilim, kadın aklının erkeğinkinden daha helezonik ve farklı bir derinlikte işlediğini belirtir. Madem akıl var, cesaret var, kaba güç de şart değil, o zaman eksik olan nedir? Tabi ki özgün bir bilinç, örgütlenme, irade beyanı, kendini yaratmadır eksik olan. Bunları aşabilmenin formülü de ordulaşmadır. Buradaki ordulaşma kavramını, kendi öz örgütlenmesini geliştirme temelinde ele almak daha doğru olur. Nitekim, sözü edilen salt silahlı bir güç değildir.
Buraya kadarki anlatımlarımdan da anlaşılacağı üzere, kadın ordulaşması karşısında savaşılan anlı şanlı TC ordusunu yenmek üzere kurulmuş askeri bir örgütlenmeden çok, Kürt geleneksel toplum yapısını ve onun mücadele saflarına yansıyan etkilerini kırmaya, dönüştürmeye ve yeniden biçimlendirmeye dönük oldukça ilkesel ve ideolojik bir örgütlenmedir. O zamana kadarki tüm orduların sosyalist karakterli ordular da dahil, erkek ordular olmasi realitesine karşı verilen bir yanıt ve alternatif olma özelliğini de taşır. Tabi sayın Öcalan faktörü burada çok temel bir rol oynar. Geri kadın ve erkek yaklaşımlarına rağmen alınmış bu karar, açıktan itirazlarla karşılaşmasa da, mücadelenin çok farklı aşamalarında içselleştirilmemesinden kaynaklı çok değişik baltalama girişimleriyle de karşılaşacaktır. Ama ne olursa olsun risk alınacaktır. Zor da olsa, bu adımın getirilerinin oldukça kalıcı olacağı öngörülür ve temel bir ilkesellik olarak bu tutumda ısrar edilir.
Türkiye Özel Harp Dairesi bu adımı da da öyle kolay kabullenmeyecektir. Bu adıma kendi dilinden yanıtlar vermede gecikmeyen özel savaş mekanizmaları, bugün de karşımıza çıkan, ilk günden beri var olan vahşet uygulamalarını farklı boyutlara taşır. Çatışmalarda cesetleri ele geçen kadın gerillaların cinsel organları, kadınlıklarının sembolü olarak görülen göğüsleri kesilerek, cansız bedenlerine tecavüz edilir. Cansız bedenleri bekaret kontrollerinden geçirilir. Ola ki üzerinde yırtık bir iç çamaşırı bulunan bir kadın gerilla cesedi ele geçirilirse, bunun üzerinden iğrenç bir dille düze düze delmişler tarzında sayfalar dolusu cinsel içerikli saldırılar yapılır. Bu anlamda her kadın gerillanın külotla bir anısı vardır. Rutin bir ritüeli vardır kadın gerillaların. Bir eylemde saldırı grubunda yer almak, her zaman ölüme en yakın olmaktır ve bu ihtimale karşı hazırlıklı olmayı gerektirir. Bu gruplarda yer alan kadınlara birliklerindeki tüm kadın gerillaların .çantalarında bulunan en sağlam külodu verme adettendir. -Belki de bunun hikayesini ayrı yazmak gerekir. Ama değinmeden geçilemeyecek kadar önemli bir noktadır.- Ola ki cansız bedeni ele geçer de, gazetelere yırtık donlu olarak yansıtılır diye, eylemlere giderken alınmış bir tedbirdir bu. Bu argümanlar hiçbir zaman dağlarda açlıkla, susuzlukla, ölümle, vahşi doğa koşullarıyla mücadele edeceğini bilerek yola çıkmış kadınlara
geri adım attırtacak argümanlar olmamış olsa da, çok dokunaklı bir şeyler gizlidir bu anlatıda. Her gerillanın elbisesi yırtılır, o sırtında tek bir kıyafetiyle yıllarca dolaşır, ayakkabısız dolaşır aylarca. Gittiği yerde onu bekleyen gardropları olamaz ki.
Mesela bir çatışmada ele geçen ve cansız bedeni helikopterden atılan Ayten Bagok isimli yedi yıllık kadın gerilla, bekaret kontrolünden geçirilir. Bakire çıkması, ordu güçlerini şaşırtır, halkı ise çok etkiler. Oysa ki tersi bir sonuç çıkması onun direnişine gölge mi düşürecektir? Tabi ki hayır. Nitekim gerillaya katılmadan önce evlenmiş, ilişkiler yaşamış, bakire olmayan yüzlerce kadın gerilla vardır. Bakire olanı da, olmayanı da kahramanca direnmiş, savaşmıştır. Bunlardan birinin böyle bir kontrole denk gelmesi, orada yaşanan çıkışa, kadın direnişine gölge mi düşürecektir? Özel savaş güçlerini haklı çıkaran bir argüman mı olacaktır?
Tüm bu örnekler, bu mücadelenin yaşandığı koşullardaki halk gerçekliğinde yaşanan gericiliğin ne düzeyde seyrettiğini ortaya koyması ve kadınların en büyük direnişleri gösterirken bile kadınlıklarının geri-geleneksel eril zihniyetin ölçüleriyle test edilmeden, değer kazanamadıklarını göstermesi açısından önemlidir. Bu halk gerçekliği kabul edilmese de, gücünü tanımanın ve onu dönüştürebilmenin değerini ve zorluklarını anlamak açısından da bu örnekler çok önemlidir. Bu durum, dini çok önemseyen bir toplumda devrimcilerin ateizm adına, kaba bir yaklaşımla “allah yoktur” demeleri örneğiyle belki ifade edilebilir. Bekareti önemseyen, namus algısı farklı bir topluma, bu tabuları görmezden gelerek yaklaşılamaz. Kaldı ki bu toplumdan gelen kadınlardır dağlardakiler. Onlar da pek doğaldır ki, o zamanki algılarıyla partilerine laf gelsin istemezler. İçlerinde bu tabuları aşanlar da vardır. Ama bir tabuyu birey olarak yıkmış olmanın, toplumsal olarak yıkmış olmak anlamına gelmediğinin de bilincindedirler. Bu anlamda ölüme sağlam iç çamaşırıyla gitmek, tabusu olan için de, olmayan için de çok önemli bir direnme noktasıdır. Hem de insanı iliklerine dek sarsan bir direnme noktası.
Ordunun kadın gerillalara saldırıları bununla da sınırlı kalmayacaktır. Normalde ele geçirdiği cansız gerilla bedenlerini ovada halkı korkutmak ve sindirmek amacıyla teşhir ederken, özellikle kadın gerillaların paramparça edilmiş cesetlerini çatışma alanlarında bırakmaya başlarlar. Bununla hedeflenen hem kadın gerillaları korkutma, hem de erkek gerillaların kadın gerillaları sahiplenici, mülkleştirici yaklaşımlarına hitap etmektir. Kadınlar "bizim de başımıza bu gelecek" korkusuyla aktif savaştan geri durup, kamplarda ve cephe gerilerinde *noktalarının kadını(!) olacaklar, erkekler de "bakın size ne yapıyorlar, biz kaldıramıyoruz, bu nedenle ön cephede bizimle beraber catışamazsınız" diyerek kadınları geri planda tutacaklardır. Nitekim erkekler yeri gelir kadınları geri planda tutmayı özel savaşın bu uygulamalarına dayandırırlar. Bu anlamda aslında egemenlerin saldırılarıyla taban tabana uyuşan yaklaşımlara da girilir.
Ancak kadınlar artık birçok şeyin bilincindedir. Yaşadıkları deneyim, dağlardaki varlıklarının ve temel haklarının, yine ortak mücadele alanlarında eşit araçlara sahip olmalarının parti tüzüğü ile ve yasalarıyla formüle edilmiş, kararlaştırılmış veya garanti altına alınmış olmasının tek başına yeterli olmadığını da onlara öğretmiştir. Pratik gerçeklerin dili her zaman başkadır. Bu kararları ve hakları pratik alanda da kazanmanın mücadelesi verilmek durumundadır. Yeri gelir, dağlarda zaten ellerinde bulunan silahlarla kurşun sıkma hakkı, yeri gelir zaten üyesi oldukları yönetimlerde etkili birer eleman olma hakkı, yeri gelir söz ve karar beyan etme hakkı için oldukça sert mücadeleler verilir.
Erkek egemen yargılarını aşamayan bir yapı içinde bir zihinsel dönüşüm yaratma savaşı verilmelidir. Ordulaşma adımının birçok olumlu kazanımını tatmış kadınlar, artık kendi cinsine güvenen ve seven bir yapı olarak bu geleneksel yapıya karşı direnirler ve kazandıkları her mevziyi ısrarla korurlar. Bu durum karşısında, erkek yapısının bu sahiplenici tutumlarını aşmaktan başka çaresi kalmaz. Kendisini aşan kadın, erkeği de aşar. Kadın kendisini yeniden var ettikçe, erkeğin yaşamı üzerindeki ağır etkilerini sınırlar, ondan bağımsız bir yaşam ve mücadele etme alanı yaratabilir.
Anlatımıza yine dönersek, ne zamanki erkek gerillalara kadın gerillaların bedenlerini sahiplenmeyi aşılamak isteyen bu saldırılara karşı kadınlar ısrarla ön cephelerde savaşır, artık özel savaş da başka bir yüzünü gösterir. Erkek gerillaların sünnetli olup olmadığı propagandasına, penislerinin kesilmesi süreci eşlik eder. Yani egemenlerin saldırıları sınır tanımaz. Toplumu, ezilenleri karılaştırma girişimi olarak da ifade edilebilecek egemenlik sisteminin tüm uygulamalarını dogru analiz etmek gereklidir. Egemenlik öyle bir olgudur ki, binbir yüzü vardır. Bir yüzünü deşifre edince, hemen başka bir yüz devreye girer.
96 yılında sayın Öcalan gerillalara sunduğu bir perspektifte, "Kendini örgütlemiş bir kadın, bir gerilla taburuna bedeldir" tespitinde bulunur. Tam da bu dönemde, Zeynep Kınacı adlı kadın gerilla, Dersim merkezinde Türk ordusunun zafer bayramı kutlamalarında yalnız başına oldukça taktik yüklü bir yaklaşımla orduya büyük darbeler vuran bir eylem yapar. Gerilla savaşının özüne uygun bu eylemle şunu ispatlar: “Gerillacılık, kaba gücü esas alan kalabalıkların eylemi değil, ideolojik ve ilkesel bir duruştur. Katbekat fazla nicel gücü olan bir ordu karşısında kazanacak tutum da ideolojik netliktir. Elbette ki dağlar fiziksel güç de gerektirir. Ama herşey bununla bağlantılı değildir. Hedef ve amaçta net bir gerilla, yüzlerin eylemini tek başına yapabilir. Tek kişilik bir ordu veya örgüt olabilir.„ Bu eylem ardından, artık kimse kadın ordulaşamaz demez, tam tersine kadının örgütlemesiyle ortaya çıkan olumlu gelişmelerin hareketin genelini nasıl etkilediği görülmeye başlanır. Bu durum, kadınlara örgütlenmelerini ilerletmede moral ve motivasyon aşılar. Ancak kadın ve erkek gibi binlerce yıllık hasımlar, savaşı başka kulvarlarda, başka çelişkilerle sürdürecek gibi görünürler.
Kadınların kendi yaşam ve örgütlenme alanlarını yarattıkları, eğitim ve üslenmelerini kendilerinin geliştirdikleri, artık özgün askeri eylemler yaptıkları bu ordulaşma adımının klasik manada bir ordu olma gerçeğinden farklı ele alınması gerektiğini yukarıda da belirtmiştik. Kadın ordulaşması, salt askeri değil, toplumsal, sosyal, siyasal bir anlam taşır. Erkek egemenlikli tutum, bu adımı salt askeri ve kaba fiziksel ölçülere koyarak, yer yer kadını dağda yük gibi görme, ağırlık unsuru olarak ele alma tutumlarına girer. Oysa ki, yaşanan onca yıllık deneyim, şunu göstermiştir ki; kadın hareketinin tüm bileşenleriyle çizgide, politikada, yaşamda net olduğu zamanlarda, örgütün tüm çalışmalarında, hatta toplumsal alanda da paralel ilerlemeler ve gelişmeler yaşanır. Zayıf, iddiasız, iradesini ortaya koymayan bir kadın yapısı, geriye çarketmenin sinyallerini verir. Bu noktada yaşanan gelişmelere kadın ve erkek cephesinden farklı yanılgılarla yaklaşılır. Kadınlarda daha önce herhangi bir deneyime sahip olmama, erkekten öğrendiğini uygulama ve ortaya çıkan kadın potansiyeli üzerinden bir güç olma tutumuyla erken iktidar hastalığı olarak adlandırılan bir yaklaşım gelişir. Erkeğe alternatif bir yaşam ve mücadele yaklaşımı yaratma esas alınmalıyken, bazı kadınlarda erkeğin taklitçisi olma, onun bir tekrarını kadın ortamlarında uygulama ortaya çıkar. Bazı erkeklerse, politik olarak kadın hareketiyle iyi geçinme stratejisi güderler. Örgüt içerisinde kendini güç haline getirme hesapları taşıyan kimi erkekler, kadın hareketini çok ince, hatta bazen oldukça kaba yöntemlerle yedeğine almak ister.
Ancak bu hesapların farkında olan Öcalan, hem kadın hareketini hem de erkek egemenlikli turumları sert bir dille eleştirir. 98 yılında kopuş teorisi, kadın kurtuluş ideolojisi gibi olguların ele alınmasıyla, tartışmalar daha da derinleşir. Artık kadın partileşmesi tartışmaları başlar. Yüzlerce kadın, dağlarda tartışma ve eğitim platformalarında kendi sorunlarını Masaya yatırır, geleceğe dair planlamalar yapar ve yaşanan pratik durumu değerlendirir. Bu arada bu fikirlere hala kaynaklık eden Öcalan, erkeği öldürmek gibi iddiali bir söylemi, “sapına kadar erkek olmayla” övünen bir toplumsal yapı içinde büyük bir cesaretle dillendirerek tezlerini daha da derinleştirir. Artık kadınlara rağmen bir ordulaşma değildir yaşanan. Kadınlar, kendilerini bu mücadelenin temel bir parçası olarak görmeye başlarlar. Ama erkeğe rağmen
olan boyutu tüm ağırlığıyla sürer.
Kadınların özgürlük sorunsalıyla gerçek anlamda karşılaştıkları ve kendi özgürlük sorunlarının yükünü kendilerinin kaldırmak zorunda kaldıklari süreç, uluslararası komplo sürecinde daha da bariz bir şekilde ortaya çıkar. Artık erkek karşısında her zorlanmalarında, her haksız uygulama karşısında imdatlarına koşan Öcalan, esaret koşullarından dolayı fiili olarak sorunlara müdahale edebilecek durumda değildir. Komplo sürecinde mücadelenin değişik alanlarında bulunan tüm kadınların ortak duygusu adeta şudur: "Erkekler başımıza neler getirecek?" Kadınların bu kaygıyı yaşamaları için yeterince haklı gerekçeleri vardır. Nitekim olağanüstü koşullarda yapılan ve tam da komplonun gercekleştiği süreçlere tekabül eden PKK 6. Kongresinde bu kaygıyı haklı kılacak bazı yaklaşımlar ortaya çıkar. Dönemin Başkanlık Konseyi, daha sonraki süreçte PKK ile yollarını ayıran bazı üyelerle ortak bir şekilde kadın yapısına yüklenir. Kadınların iradelerini ortaya koymaları, kadın örgütlenmesini taşırmak istedikleri boyutlar erkekler tarafından komplo sürecinde tasfiyecilik ve komploya ortaklık olarak değerlendirilir. Oysa ki esas sorunlar, kadınların partileşme adımlarının boşa çıkarılarak, genel mücadele ile ilgili konular dışında kadınların kendi öz örgütlülüğünün de, onunla ilgili karar ve uygulamalarının da örgüt konseyine bağlanarak erkeklerin her istediği durum ve konuda kadınlara müdahale etmelerine olanak tanıyan kararlar alınmak istenmesi noktasında ortaya çıkar. Böylece kadınların partileşmesinin,özerk örgütlenmesinin, kendi iradelerine dayalı davranabilmelerinin önü tümüyle alınmış, herşey erkeğin insafına bırakılmış olacaktır. Nitekim komplonun hemen ertesinde kadınların bütün hazırlıkları yapılmış partileşme sürecine engel olmak, hatta olağanüstü durumdan yararlanarak işi “şimdi özgürlükten bahsetmenin zamanı değil” diyebilecek bir noktaya getiren bir fırsatçılıkla kadını yeniden yedeğinde ve denetiminde tutmaya yönelinir. Bu yaklaşımlar karşısında kadınların ısrarlı duruşu tasfiyecilikle suçlanarak, o dönem açısından çok riskli sonuçlara yol açabilecek baskı ve uygulamalardan geri durulmaz. Bir kongre gücü adeta rehin tutularak kadın gücünün kazanımlarından, cins bilincine dayalı duruşundan vazgeçmesi sağlanmak istenir. Kadınların sağduyusu olmadan bir kördöğüşüne dönüşecek olan bu durum, kadınlara erkekteki egemenlik yaklaşımının en canalıcı koşullarda dahi nasıl gözükara olabileceğini de öğreten çok acı bir deneyim olur. Bu dönemde kongrede delege olarak bulunan bazı kadınlara yönelik uygulamaları protesto etme amaçlı, kadın delegeler delegelikleri düşürülen kadın arkadaşlarının yeniden kabulleri ve bazı taleplerle oturma eylemi yaparak kongre sırasında bir protesto tutumuna girerler. Ancak tüm bu gerginliklere rağmen, kadınlar bu kongreye ciddi bir sorumluluk bilinci ve süreci oldukça kapsamlı değerlendirip doğru kararlara kaynaklık edebilen bir değerlendirme gücüyle katılırlar. Kadınların mücadelenin tüm boyutlarında aktif ve kendi iradeleriyle yer almalarının bir sonucu olarak gelişen bu durum, erkek egemen zihniyette ciddi bir korku yaratır.
Bir eylemi gercekleştiren bir topluluğun içinden, zamanla ona ters bir tutum içine giren insanların çıkması, o eylemi yanlış veya haksız kılmaz. PKK mücalesinin başından bu güne binlerce insan hayatını kaybetti, binlercesi zindanları yaşadı, binlercesi bu yoldan ayrıldı. Hele bazıları, bir zamanlar insanların kaderlerini tayin eder pozisyonlardayken, yollarını ayırdıkları PKK'yi çok farklı yansıtmak için özel çabalar sarfettiler. Kendileri tiranken, PKK'yi anti- demokratik olmakla, kadınlar karşısında birer feodal ağayken PKK'yi kadın haklarına karşı yeterince duyarlı olmamakla, birer despotken despotizmle suçladılar. Nasıl ki bu insanların varlığı PKK'nin uygulamada ortaya çıkan reel sorunlara rağmen haklı mücadelesini gölgelemezse, bir zamanlar kadın hareketinin etkili yerlerinde bulunan, ama bugün tersi bir pozisyonda duran bazı kadınların var olması gerçeği de kadın özgürlük stratejisinin yanlışlığı anlamına gelmez. Ancak kadınlar bu konuda da çok geleneksel bir tutumla karşılaştılar. Kadın hakları konusunda duyarlı, çatışan, mücadele eden bir kadın farklı bir konuma düşünce, “Bakın feminizm bir sapmadır, filankesi gördünüz işte, biz haklı çıktık„
gibi söylemlerle kadınlar pasifize edilmek istendi. Amansız saldıran bir düşman karşısında yapılması gereken, tek vücut olmaktı. Aksi, örgütü içten bölmeye götürürdü. Bu bölünme fobisi, kadınların kendileriyle ilgili kararlar alma düzeyine ulaşmaya baslamasından itibaren hep yaşanan bir durumdu. Oysa kadınların mücadele etmesiyle amaçlanan tabi ki bölmek ya da parçalamak değil, tam tersine kendisi olarak, kendi iradesiyle, kararıyla ve planıyla kimlikli kadınlar olarak var olan bütünün bir parçası olmaktı.
Sayın Öcalan‘ın esaret koşullarında sürece ilişkin geliştirdiği çözümlemeler ışığında olağanüstü toplanan 7. kongre, kadınlar açısından çok zorlu olacaktır. Çünkü erkek egemenlikli zihniyet sahipleri, kadınların ayları alan ve tüm erkek egemenlikli yönelimlere rağmen örgütlülüklerini ve kendi özgün çalışmalarını kendi iradeleriyle yürütme koşullarını korumak için gösterdikleri direnişini kırmak üzere önemli avantajlara sahiptir artık. Sayın Öcalan‘ın esareti sonrası çok yönlü kullanılabilen örgüt yetkisinin kadınlara karşı kullanılacağının işaretleri, hazırlıkları vardır. Birçok açıdan ayrıca yazılmaya muhtaç bu kongrede, kadın partileşmesini hiçe sayan, içini boşaltan, kadının özgürlükçü gelişimini tamamen erkegin insafına bırakan kararları tek bir kadının onayı olmadan, sadece erkek çoğunluğun kararlarıyla alabilecek kadar gözü kara bir siyasal şiddet uygulanır kadına. Kadınlar böyle kritik bir süreçte örgütsel olarak alınmış “kongre kararına” karşı gelmekle, kendi kazanım ve iradelerini erkeğin insafına terketmek arasında bırakılır. Üstelik kararlar gerçekte hiçbir meşruiyet taşımamakla birlikte, PKK’nin kadının kurtuluşu mücadelesi perspektifi ve bu konuda oluşmuş değerlerine taban tabana zıttır. Alınan karar gereği, sayın Öcalan'ın vekaleti konseye devredilecek ve kadın çalışmaları ise PKK merkezine bağlı olarak yürütülecektir. Bu kararın kadınlar açısından bir pratik değerinin olmayacağı kesindir, ancak bu durumda çok daha zorlu bir mücadele dönemine girildiğini de çok iyi bilmektedirler. Bir kongre kararına dönüşmüş bu kararlara yaklasımlarının ne olduğunu ve bundan sonra nasıl bir kararlılıkla mücadele edeceklerini göstermek üzere kongreye katılan tüm kadınlar saçlarını kısacık keserek kongreye geliriler. Bu eylemin gerçekleştirilmesi kadın delegelerin ortak aldığı kararla olur. Uzun örüklerini kökünden kesen kadınlar, saçlarını kazdıkları bir mezara gömerler. Bu eylem, Kürt toplumunda kadınların büyük kayıpları veya büyük acıları karşısında gelenekselleşmiş bir davranışından yola çıkılarak yapılır. Bu tavır, çaresizlik üzerine kurulu değil, bir geleneğin direnişçi bir duyguyla beslenmiş devamıdır adeta. Kadınlar erkek egemenliğinden ağır bir darbe almıştır ve kayıplar vermişlerdir. 120 kadın bir örgüt kongresine bir gecede saçlarını kesmek suretiyle katılarak “ bize rağmen karar aldınız ama biz bu kararlar karşısında en değerli şeyini kaybetmiş bir kadın direngenliğiyle duracağız. Örgütümüz bizim mücadele aracımız ve o aracı kararlarınızla hükümsüz kılamayacaksınız” demek istemiştir. Bu süreç ardından çok şiddetli bir çatışma başlar. Bu protestolara öncülük ettiği düşünülen kadınlar şahsında tüm kadın hareketine karşı çok yönlü bir baskı ve karalama girişimi eşliğinde yönelimler olur. Kadın yapısını içten parçalamaya, iradesini kırmaya, içinden işbirlikçi bazı yaklaşım sahipleri yaratarak, onlarla hareketi yeniden şekillendirme, oldukça bütünlüklü duran bu yapının bütünselliğini kırmaya dayalı politikaların acımasızca sergilendiği bu süreç, bir hayli uzun sürer. Sonuçta, erkek egemen yaklaşım amacına ulaşır. İç bütünlüğü bozulmui, iktidarcılığa yenilen, kendi konumunu korumaya kadın cinsinin çıkarlarını feda eden bazı bireylerin oynadığı olumsuz rolle, kadın hareketi komplo sürecinde rolünü oynamak bir yana, aslında komplonun gerçek anlamda uzantıları denebilecek yaklaşımlarla oldukça zayıf bir konuma düşürülür.
Artık parçalı, ortak tutum koymayan, kadın örgütlenmesinin çıkarlarını yeterince gözetmeyen, tırnakları çekilmiş, dişleri olmayan ve iradesi kırılmış bir kadın hareketi kalır. Birçok kazanımı elinden alınan kadınların inisiyatifleri sınırlanır. Örneğin nerede olursa olsun tüm kadınların doğal üyesi oldukları kadın hareketinin inisiyatifinde ele alınmaları, düzenlenmelerinin kesinlikle kadın hareketi tarafından yapılması kararı en temel bir kazanımıyken elinden alınır. Karma kurumlarda yer alan kadınlar hakkında kadınların söz
sahibi olmaları engellenir. Kadın çalışmaları neredeyse sadece kadınların bulundukları özgün alanlara sıkıştırılmak istenir. Tüm çalışmalarda etkili katılımın, kadın rengi ve duruşunun tüm alanlara yansıtılmasının önemi ortadayken, karma alanlardaki kadın ile özgün alanlardaki kadınlar birbirinden ayrı ele alınır. Bazı alanlara kadın yönetiminin girmesine neredeyse izin verilmez. Özgün alanlarda kadınların karşısına birçok maddi engeller çıkarılır. Erzak ve bazı temel ihtiyaçları kısıtlama tutumu ortaya çıkar.
Dönemin başkanlık konseyi üyelerinin de sonraki süreçlerde ortaya çıkan örgütü içten çökertme girişimlerinde, örneğin bir 2003 tasfiye sürecinde kabul edecekleri ve utangaç da olsa özeleştirisini verecekleri bu süreç, aslında tasfiyeye adım adım ortam hazırlamadır. Sağ tasfiyeci ve sol dogmatik yaklaşım sahibi erkekler, kadın hareketi karşısında adeta bir cinsi mutabakata girmiştir. Birbiriyle en çelişik, en sorunlu erkekler bile, kadın karşısında ortak hareket etmiştir.Öte yandan karşılıklı olarak ciddi bir iktidar mücadelesi yürüten her iki anlayış, kadınları kendi eksenine almanın çabasını da gösterir ve bazı kadın yöneticiler üzerinde bunu başarır da.
Bu dönemde ABD ile örgütü sözde demokratikleştirme adına gizli anlaşmalar yapan, gerillanın dağlardaki varlığına son verme taahüdü veren, bunun için gerekirse ABD destekli bir iç savaş yapmaya bile hazır olan, çoğu da merkez komite üyesi olan erkekler ve onların iradelerini kırma girişimlerine yenilmiş kadınlardan oluşan dağ tasfiyeci ekibe kadın hareketinin adeta teslim edilme süreci, örgütü neredeyse bitişin eşiğine getirir. Sağ tasfiyecilik ve sol dogmatizm olarak sayın Öcalan tarafından zamanın savunma ve belgelerinde çok ağır eleştirilen dönem yönetimi, kadın hareketine karşı çok ağır bir suç işler. Bunun bedeli tasfiyenin eşiğine gelme olur.
Sağ tasfiyeciliğin saldırılarının yoğunlaştığı temel halkalardan biri, kadın özgürlük çizgisidir. Sözde yenilik, reform, çağa ayak uydurma adına, örgüt içinde sosyal reform geliştirme süreci de bu döneme tekabül eder. Özgürlük ölçülerine dayatılan klasik bir kadın-erkek ilişkisi, hatta evlilik ve aile gibi ideolojik anlamda yıllardır hakkında analizler yapılan ve alternatif yaşam anlayışlarının şekillendirilmeye çalışıldığı bir gerçeklik içinde değilmiş ve yıllarca bu savaşın içinde kalmamış gibi, birçok birey toplumsal gerici ölçülerin de gerisine düşen bir yaşam seçimine yönelir. Geleneksel toplum normalarında bir genç kızın hayalinin beyaz gelinlik giymek olmasının tuhaf bir yanı olmayabilir. Ancak yılllarca kadın hakları, özgürlük gibi konularla içiçe yaşamış, bunun mücadelesini vermiş, acısını çekmiş kadınların kendilerine bu acıları çektiren erkeklerin yanında yer alması, telli duvaklı gelin olmaları cok trajiktir. Bu dönemde insanlar adeta aidiyet kodları karışmış, çok karmaşık bir yaklaşım içindedir. Netlik yok denecek düzeydedir. Ortaya çıkarılabilecek en temel sonuç şudur: "İnsanların özgürlük, feminizm, cinslerin kurtuluşu, kahramanlık ve daha birçok olgu hakkında kitaplar yazacak bir düzeyde olmaları, teorisyen olmaları, tek başına bir anlam ifade etmez. Bir olgu
içselleşmemişse, bireylerin içinde taşıdıkları ve kendilerini ait hissettikleri aidiyetler başka bir zamanda, bazı farklı koşulların da kolaylık sağlamasıyla ortaya çıkar. Bulanık ortamlar, bazı ölçülerde netleşmemiş insanların içinde henüz çözemedikleri bazı eğilimlerin de açığa çıkmasına yol açar. Nitekim yirmi yıl yönetim mekanizmalarının en tepesinde yer alıp, ardından da başlık parası karşılığında gidip gencecik kadınlarla boyunlarına da tasma benzeri altınlar takarak evlenenlerin varlığı, bu olgular üzerinde çok derin düş ünmeyi gerektirir."
Tüm kadınlar bu tasfiyeye alet olmadılar elbette. Bu dönemde birçok kadın kadro uzun zamandır rotasından çıkarılmış ve erkeklerin politik catışmalarında yedeklenmiş bir sürece daha fazla dahil olmamak için bu gidişata dur demeyi de bildi. Uzun zaman sonra kadınlar yeniden hem genel örgüt mücadelesinde erkek iktidarcılığından bağımsız bir duruşla yer almak, hem de kendi mücadelesini bağımsız bir iradeyle yürütmek üzere yoğun bir sorgulama süreci başlattılar. Çok açık olan bir gerçek vardır ki, kadın kurtuluş mücadelesi herşeyden önce verili kadınlığın, egemen kültürün ideolojik, siyasal, sosyal, psikolojik etkileriyle sürekli
bir hesaplasmayla somutlaşmalıdır. Bu yapılmadan, tutarlı bir özgürlük mücadelesi yürütülmesi sözkonusu olamaz. Bu hesaplaşmayla oluşmuş bir cins bilincine dayalı olmayan hiçbir mücadele, egemenlikli zihniyet karşısında sonuç alamayacaktır.
Özgürleşme sanıldığı gibi sözde birikim ve teorileri güçlü elitlerin işi değildir. Özgürlüğe en yakın insanlar, ne kadar köleleştirildiklerinin bilincinde olan ve bunu kabullenmeyerek buna isyan eden insanlardır. Feminizm veya özgürleşme hakkında hiçbir fikri olmayan, ama derinden hissederek, yaşamdan öğrenerek bu öğretinin en sade savaşçıları olmayı başarmış o kadar çok kadın kişilik vardır ki bu deneyimde. Bu nedenle bol bol kadın özgürlüğü teorisi yapmak eşittir özgür olmak değildir. Elbette ki içselleşmis bir teorik birikim çok gereklidir. Ama yalnız başına yetmez. Kürt kadın hareketinin içinde yer alan kadınlar olarak kaçınmamız gereken temel yanılgı bu olmalıdır.
Kadın hareketinin bu süreç ardından direniş ve mücadelesinin bittiğini iddia etmek, elbetteki verilen mücadeleye haksızlık etmek ve inkar etmek anlamına gelir. Ancak çok açıktır ki, cins mücadelesi alanına dair refleksleri daha törpülenmiş, radikalizm yerine idareci ve oportünist yaklaşan, örgütsel uyum adına uzlaşma tutumuna giren bir tutum da yer yer kendini göstermektedir ki, bu kadın hareketi adına gerçekten bir kazanıma yol açmaz.
Kürdistan gerçeğinde gelişmeler genelde dağlardan ovalara doğru olmuştur. Kadınların dağlardaki silahlı varlığı, yıkarıda da dile getirdiğimiz gibi, koruma ve güvenlik gücü olmasında önce, kadınlar açısından farklı bir moral değer anlamı taşıdı ve taşıyor da. Kürt kadınlarının dağlardaki örgütlenmesi, legal, sosyal ve siyasal alandaki kadın kurumlaşmaları ve kadının siyasal alandaki aktivitesi gerçekten çok degişik bir deneyimdir ve incelenmeye değerdir.
Birçok insana çelişkili gibi gelse de, namus, töre, gelenek, din, farklı siyasal rejimlerin asimilasyon ve imha politikaları altında ezilen Kürt kadınlarının bu kadar aktif bir mücadele içerisinde olması, oldukça doğal ve bilinen bir yasanın sonucudur. Nerede engel varsa, orada onu aşma isteği doğar. Nerede baskı olursa, en çok orada özgürlük ihtiyacı doğar. Kürt kadınları, hem Kürt olmalarından kaynaklı etnik kimlik haklarını, hem de kadın olmaktan kaynaklı cins kimliği haklarını ihlal edenlerin katmerli bir saldırısıyla karşı karşıyalar. Sadece kendilerini sömüren egemen ülke rejimlerine karşı değil, kendi içerisinde bulundukları toplumsal gerçeğe karşı da mücadele ediyorlar. Namus gibi adeta dokunulmazlaşmış bir olguya karşı savaş açan Kürt kadınları, her yılın 8 Mart dünya emekçi kadınlar günü ile 25 Kasım uluslararası kadına karşı şiddetle mücadele ve dayanışma günleri arasında, son beş yılda beş ayrı kampanya yaptılar. "Kadın yaşamdır, yaşamı öldürmeyin" sloganıyla, kadın katliamlarina karşı, "Kadınız, bedenimiz bizimdir, kimsenin namusu değiliz, namusumuz özgürlüğümüzdür" sloganıyla namus kıskacındaki toplumsal yapıya ve onun namus adına gercekleştirdiği katliamlara karşı, "Özgürlük mücadelesini yükseltelim, tecavüz kültürünü aşalım" sloganıyla kadına karşı hem cinsel, hem de hak ihlalleri alanında yaşanan tecavüzlere karşı, son olarak da kadın kıyımına karşı savaş açmış durumdalar. Bu kampanyaların aktivistlerinin birçoğu, kampanya çalışmaları sırasında devletin güvenlik güçlerinin taciz ve tecavüzlerine maruz kaldılar. Ancak tüm bunlara rağmen çalışmalarından taviz vermediler. Eğitim çalışmaları itibariyla paneller, seminerler, film gösterimleri, psikolojik ve sosyolojik analizlere dayalı çalışmalar yaptılar. Kadınların değişik alanlarda aktif kılınabilmeleri için belediyeler bünyesinde geliştirdikleri projelerle kadın istihdamını gerçekleştirmeye çalıştılar. Katledilen kadınları, omuzlarında taşıyarak, gerici toplumsal değerlere karşı adeta ayaklandılar. Kadınlar artık verili egemen toplumun, toplumsal cinsiyetçi yargıların üretimi olan, ayıp, günah, tabu, namus vb. tüm erkek yaratımı kavramları kendi süzgeçlerinden
geçirerek, sorguluyorlar.
Kürt Özgürlük Mücadelesinin önderliksel bir çıkış olma gerçeği, kendisini cinslerin özgürlüğü alanında da gösteren bir realitedir. Öcalan'ın bu konudaki çabaları ve yaklaşımları, kesinlikle tüm önyargılardan ve anti-propagandalardan bağımsız olarak ele alınıp, incelenmelidir. Öcalan, Kürdistan devrimine, feminen bir anlam yüklemiş ve Kürt Özgürlük devriminin aynı zamanda bir cinsiyet devrimi olması gerektiğini oldukça net bir dille ifade etmiştir. "Cinslerin kurtuluşu, ulusun ve sınıfın kurtuluşundan daha değerlidir" yaklaşımı, reel sosyalist yaklaşımların ve söylemlerin yerle bir edilmesidir. Cinslerin kurtuluşu, sonraya bırakılacak bir süreç değildir. Tam tersine toplumsal değişimin en temel dinamiğidir. Kürt kadınları da bu bu anlamda çok ciddi sorunlarla karşı karşıya olduklarının ve mücadele etmeleri gerektiğinin bilinciyle çalışamalarını sürdürüyorlar.
Bir çatı örgütlenmesi esasına göre örgütlenmiş bu yapının ideolojik alan örgütlenmesi PAJK, siyasal örgütlenmesi YJA, meşru savunma alan örgütlenmesi ise, YJA-STAR‘dan oluşuyor. Hem partileşmiş, hem kendi silahli meşru savunma gücünü oluşturmuş, hem de siyasal alan ve sivil alan kurumlaşmalarıyla kendini örgütlemiş Kürt kadınları, mücadele etme halkalarını tespit ettikleri gibi, elbette ki aşılması gereken dağ gibi sorunlarla karşı karşıya olduklarının da farkındalar. Namus ve töre adına kadınların katledilmesi, kadına karşı şiddetin envayi türünün yaşanması, fuhuşun devlet eliyle yaygınlaştırılması, devletin kadınlara yönelik sistematik tecavüz girişimleri, feodal ve aşiretçi etkiler sonucu berdel, başlık parası, zorla ve çocuk yaşta evlendirme, Güney Kürdistan'da yaşanan kadın sünneti ve cok eşliliğin Güneydeki federal oluşum içerisindeki yasallığı gibi sorunlar, Kürt kadın hareketinin hedefinde aşılmayı bekleyen temel sorunlar olarak duruyor. Kadına karşı şiddet ve eşitsizlik, sadece Kürt coğrafyasında değil, tüm dünyada yaşanıyor. Ancak buna karşı temel yaklaşım, global düşünüp, yerel mücadele etmek olmalıdır.
Kürt kadınları yıllardır kendileri olmanın, kendileri için olmanın mücadelesini çok şiddetli bir şekilde yürütüyorlar. Dağların doruklarında, vadilerin derinliklerinde yaşanan bu tarihsel deneyim, hala tüm hızıyla devam ediyor. Kendi olabilen bir kadınlık, toplumsal olana da çok daha verimli katılabilir. Kendi kimliğiyle, kendi haklarının bilinciyle yaşamın her alanında etkin olan kadınlar, bir harekete sorun değil, ivme kazandırır.
Kadınların yönetim mekanizmalarındaki temsiliyet, belediyecilik, parlamento vb. yerlerdeki varlığı da önemli bir halkadır. Bu konuda ulaşılan düzey elbette ki yetersizdir, ama değerlidir. Kürt belediyeciliğinde kadına karşı şiddetle mücadele alanında alınan tedbir kararları, yönetimlerde şiddet uygulayan ve çok eşli olan erkeklerin yer almaması kararları da salt kağıt üstünde kalmaması ve takip edilmesi gereken kararlardır.
Sonuçta altını çizerek belirtmemiz gereken şey, tüm bu hakların kadınların kararlı direnişleriyle alındığıdır. Bu düzey, binlerce kadının dağ başlarında yaşamlarını yitirmesi, egemenliğin cenderesinden geçmesi, büyük zorluklar çekmesi sonucu elde edilmiş bir düzeydir. Egemenlikli anlayışı taşıyanlardan, kendilerine hak verilmesini beklememeleri gerektiğini, hayat ve mücadele gerçeği Kürt kadınlarına fazlasıyla göstermiştir. O halde yapılması gereken, her koşulda cins mücadelesini yükseltmek, tüm mücadele alanlarında özgürlükçü bir bakış açısını oturtma mücadelesi vermek ve bu konuda radikal ve kararlı olmaktır. Nitekim egemenlik, kadın karşısında saldırgan tutumundan bir an olsun vazgeçmemektedir. Bu nedenle bu düzeyi yeterli görmek, yanılgı olacak, elde edilen kazanımları da tehlikeye sokacaktır.
*Nokta: Gerillaların üslendikleri, barındıkları, temel ihtiyaçlarını giderdikleri, eğitimlerini gördükleri mekanlar...