Gezi parkı direnişiyle başlayan süreçte iktidarın şiddetine birçoğumuz
maruz kaldık. Polisin faşist saldırılarında ölen arkadaşlarımız oldu. Bu üzücü
ölümlerin hesabını maalesef birlik olup soramadık. Hesap sormak için öfkeye
dönüşmesi gereken bu kayıplar, zamanla dönüşüp belli çevrelerce bir rant haline
getirildi.
Gezi direnişindeki temel
kaygılarımdan biri de direnişin reklam sektörünün eline düşme ihtimaliydi. Bu sektörün
bir ayağını oluşturanlarsa birer sosyal medya kullanıcısı olarak bizlerdik. Acı
veren insanlık halleri itinayla ayrıştırılıp parça parça sosyal medyada teşhir
edilmeye başlandı. Ortada ölümler vardı ve ailelerin bu paylaşımlardan nasıl
etkileneceği hiç umursanmıyordu. Kaçınılmaz son olarak ölenlerin yakınlarından
da sosyal medya furyasına katılım başlamış oldu.
-
Kardeşim
öldürüldü (iyi çekilmiş bir fotoğraf eşliğinde)
-
Kardeşimi
öldüren polis mahkemede (inanılmaz ama mahkeme salonundaki kargaşaya rağmen fotoğraf
çekme fırsatı bulunmuş)
-
Kardeşim
öldürüldü ama bu Kürtlerin terörist olduğu gerçeğini değiştirmez
-
Daha önce
görülmemiş fotoğrafları eşliğinde kardeşime adanmış şiir kitabı çıktı.
Söyledikleri tartışılabilir fakat söyleyiş biçimleri size de sorunlu
gelmiyor mu?
Sosyal medyadaki bu acının teşhiri giderek
reklamlaşmaya başladı. Devlet şiddetiyle öldürülmüş kişilerin bazı yakınları bu
teşhirin yaygınlaştırılması ve takipçilerde “vicdani gözetleme şehveti”
yaratması için bir tür araç oldular. Bir arkadaşımın “ölülerimizin üzerine
basıp zıplama sanatı” olarak tanımladığı bu “acılardan rant devşirme kapısı”
aynı zamanda dokunulmazdı. Çünkü çoğunluk bundan şehvet duyuyor ve karşınızda
ağır küfürleri ve alaycı tavırlarıyla cephe oluşturuyordu.
Reklam sektörüne benzer olarak bu teşhirin “müşteriye” aktarımı, zamanla, “estetik”
kaygılarla dönüşmeye başladı. Misal aile fertlerinden birini kaybetmiş kişi,Gezi
sürecinde devlet şiddetiyle ölenlerin fotoğraflarından “kolaj” yaparak bunu
dolaşıma sokabiliyor. Çünkü acılar ancak estetik bir şekil alırsa sosyal
medyada ilgi görüyor. Bu kolajla süreci kendisinden farklı yaşayan diğer
aileler adına da söz sahibi olabiliyor. Hatta her fırsatta yanlarında olduğunu
hatırlatıyor.
Bundan rahatsız olan bir twitter kullanıcısının “acının pornosunu yapmayın”
diye tepkisini dile getirdiğinde diğer “gözetleyiciler” tarafından küfürlerle
bastırılması kaçınılmazdır. Çünkü ölen kişinin arkasından derlenen şiirler,
tweetler, itinayla hazırlanmış kolajların yarattığı şehvet; aksini düşünenleri
linç ettirecek etkiyi yaratmıştır. Oysa bu ucuz kolajlar, berbat şiirler,
birbirini tekrarlayan sloganik tweetler ve haz veren retweetler öleni değil bu
pornografiyi hazırlayanları özneleştirip görünür kılar. Anlam üretmeyen bu
korkunç performanslar “müşterisini” ölümü şehvetle izleyen garip yaratıklar
topluluğuna çevirebilir. Bir döngü halinde, performanslar rt’lerle karşılık
bulur ve bir çeşit hazza dönüşür. Bu döngü ne kadar pornografik olursa rant o
kadar büyüyebilir. Bu korkunç sahne performanslarına itiraz edenlerse küfür ve
sanal lince layık görülür.
Polisin faşist şiddetinden dolayı oğulları
aylardır hastanede yatan ailenin “merak ve ilgiden” bunalıp, özenle ve yumuşak
bir dille (aslında bizi rahat bırakın anlamına gelen) “yalnız kalmak istiyoruz”
minvalindeki açıklamaları hiç ilginizi çekiyor mu? Hayır. Fakat onların adına
alt metni “ben yanlarındayım görüyor musunuz” olan açıklamalar ilgi alanınıza
giriyor. Ailenin bu fotoğrafın bir parçası olmak istemeyişini anlayamıyorsunuz.
Neredeyse her gün bir şarkıcı/sanatçı hastaneye gidiyor. Aileyi teşhircilik
şiddetine maruz bırakarak fotoğraflar çekiyor, bu sayede belli mecarlarda haber
olma fırsatı bulabiliyor. Bu tablodan rahatsız olmamayı kendine yediremeyen, bu
ranttan tiksinen insanlar tepki verdiklerindeyse küfür ve alaycılıkla bastırılırken,
bir yandan ortadaki acıyı seyretme şehveti desteklenmiş oluyor.